Doğru Yol Partisi
  Son Dakika :   
 
 
 
ANASAYFA
GENEL BAŞKAN
VİDEOLARI
DANIŞMANLARI
PARTİ KURUCULARI
BAŞKANLIK DİVANI
GENEL İDARE KURULU
MKYK
Y.HAYSİYET DİVANI
İL BAŞKANLARI
İLÇE BAŞKANLARI
RESİMLER ve LOGO
TÜZÜK
PROGRAM
ZİYARETÇİ DEFTERİ
İLETİŞİM





BİLMEYENLER İÇİN ADNAN MENDERES

Adnan Menderes 1899'da varlıklı bir çiftçinin oğlu olarak Aydın’da doğdu. Babası İbrahim Ethem Bey, annesi Tevfika Hanımdır.. Büyük babası Hacı Ali Paşa Kırım Tatarı asıllı olup, Konya'dan Tire taraflarına göç etmiştir. Kızkardeşi Melike küçük yaşta ölmüştür. I. Dünya Savaşı öncesinde önce Karşıyaka futbol takımında forvet, daha sonra Altay futbol takımında kaleci olarak futbol oynadı. İlkokuldan sonra, İzmirAmerikan Koleji'nden mezun oldu. I. Dünya Savaşı'nda yedek subay eğitimi gördü, fakat zehirli sıtma hastalığına yakalandığı için cepheye gidemedi. İstiklal Savaşı'na katıldı ve İstiklal Madalyası aldı. İzmir'in ünlü ailelerinden, Evliyazade Fatma Berin Hanım ile(1905 - 22 Nisan1994)' evlendi, Yüksel, Mutlu, Aydın olmak üzere üç oğlu oldu.
Adnan Menderes siyasetle aktif olarak 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkasının Aydın il teşkilatı kurucusu olarak başladı. Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasından sonra siyasi yaşamını Cumhuriyet Halk Partisinde ihraç edildiği 12 Haziran 1945 tarihine kadar sürdürdü.
1931 milletvekili genel seçimlerinde Aydın Milletvekili seçildi ve daha sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne devam etti ve 1935 yılında mezun oldu. Atatürk'ün ölümünden sonra İnönü CHP'nin başına geçince İnönü'nün bütün üretim araçlarını devletleştirme faaliyetlerine karşı çıktı. Menderes en sert çıkışını ise "çiftçiyi topraklandırma yasası" görüşülürken yaptı. Mevcut tasarı'nın 6. Maddesi devlet elindeki topraklarla birlikte o bölgedeki toprak ağalarının elindeki toprakların tarıma elverişli yerlerde 5.000 dekardan elverişsiz yerlerde ise 2.000 dekardan fazlasının kamulaştırılıp köylüye dağıtılmasını öngörüyordu. Menderes' in kendisi de bir toprak ağasıydı. Aydın'daki 30.000 dönümlük Çakırbeyli Çiftliği Menderes'e dedesinden kalmıştı. Menderes ve diğer bazı milletvekilleri, özel mülkiyete tecavüz edilmek istendiğini belirterek bu tasarıya karşı çıktılar. Bu tasarı üzerine Menderes, Türkiye'de zaten tüm arazilerin %70'ten fazlasının Devletin mülkiyetinde olduğunu ve İsmet Paşa'nın geriye kalan özel mülkleri de devletleştirerek Sovyetler Birliğindeki gibi tarımı kolhozlaştırmak istediğini açıkladı. Böylece Atatürk döneminden sonra Türk siyasi yaşamında ilk ciddi muhalefet ve demokrasi isteği Adnan Menderes, Celal Bayar Fuad Köprülü ve Refik Koraltan tarafından dile getirilmiş oldu. Siyasi tarihimize ‘’Dörtlü Takrir’’ olarak geçen bu belgede takrir sahipleri, anayasadaki, kanunlardaki ve parti tüzüğündeki antidemokratik maddelerin demokrasi ile bağdaşır hale getirilmesini, meclisin yasama görevi yanı sıra yürütmeyi gerçek anlamda denetleyebilir hale getirilmesini, seçimlerin serbestçe ve şeffaflık içerisinde yapılmasını, partiiçi demokrasinin işler hale getirilmesini ve özgürce bir tartışma ortamının sağlanmasını, ülkede liberalleşme hareketlerinin başlatılmasını ve demokrasinin geliştirilmesini istiyorlardı (1).
Takrirde ayrıca Teşkilatı Esasiye Kanununun dünya demokrasilerine örnek teşkil edecek bir demokrasi anlayışı ile yapıldığından, Atatürk’ün yaşamının sonuna kadar demokrasiyi savunduğundan ve daima demokrasiden yana olup, demokratik bir yönetim sergilediğinden ve tek partili bir demokrasinin garipliğinden de söz ediliyordu. 7 Haziran 1945 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grubuna verilen takrir, Çankaya’nın olumsuz tepkisi ile karşılaştı ve takrir CHP Grubunda görüşülmeden reddedilmesi kararlaştırıldı.
Takrir, 12 Haziran 1945 tarihinde usulen CHP Grubunda görüşüldü. Milletvekilliği yaşamında ilk kez Grupta konuşan Aydın Milletvekili Adnan Menderes, yedi saat süresince Grubu ikna etmeye çalıştıysa da, takrir sahibi dört milletvekilinin olumlu oylarına karşın tüm milletvekillerinin oyları ile reddedildi.
Aynı yıl içerisinde hem bu dörtlü takrir olayı hem giderek artırdığı partiiçi muhalefet nedeniyle Cumhuriyet Halk Partisinden ihraç edildi.
7 Aralık 1945 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinden ihraç edilen arkadaşları ile birlikte Demokrat Partinin (DP) kurucuları arasında yer aldı ve Aydın İl Başkanlığı görevini üstlendi.
1947'de yapılması gereken seçimler CHP tarafından bir yıl öne, 1946’ya alındı.
Açık oy ve gizli tasnif ile yapılan bu seçimlerde CHP, yüzde seksen beş oy aldığını açıkladı. Adnan Menderes de, 21 Temmuz 1946 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerinde DP Kütahya Milletvekili olarak meclise girdi. Ancak bu durum, iktidar partisi CHP ile muhalefet partisi DP arsında gerginliğe ve kavgalara neden oldu. Olayların büyümesi üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 12 Temmuz 1947 tarihinde yayınladığı ve siyasi tarihimize 12 Temmuz Beyannamesi olarak geçen bir beyanname ile CHP içerisindeki sertlik yanlılarını durdurdu. CHP İktidarının Başbakanı Recep Peker istifa etti. Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar da, dönemin "Milli Şef"i İsmet İnönü'nün demokratik seçimlere izin vermesini sağlamak için, iktidara geldiklerinde CHP Hükümetlerinden hesap sormayacaklarını belirtmek üzere "Devr-i Sabık yaratmayacağız" dedi.
Bunun üzerine bazı DPliler partilerinden istifa ederek, 19 Temmuz 1948'de Mareşal Fevzi Çakmak önderliğinde, Osman Bölükbaşı ile birlikte Millet Partisi'ni kurdular.
İç siyasette bunlar olurken Türkiye, İkinci Dünya Savaşı ırasında izlediği tarafsızlık politikası nedeniyle savaş sonunda yalnız kalmış ve Sovyetler Birliği’nin baskısı ile karşılaşmıştı. Bu baskıdan kurtulabilmek amacıyla batı devletlerinin desteğini arayan Türkiye, yalnızca ABD’nin ve İngiltere’nin diplomatik desteğini sağlayabilmiş ancak, bu destek Sovyetler Birliği’nin baskılarını azaltmaya yetmemişti. Savaş sonunda 245 milyon Dolarlık altın ve döviz stoku bulunan Türkiye, bu durumda ordusunu savaş durumunda tutmaya ve yeni destek ile kaynaklar aramaya yöneldi. Ekim 1946’da ABD, Türkiye’ye 25 milyon Dolar kredi açtıysa da bu yeterli olmadı. Daha sonra ABD Kongresince kabul edilen ve 22 Mayıs 1947 tarihinde Başkan Truman tarafından onaylanan ‘’Yunanistan ve Türkiye’ye Yardım Kanunu’’ gereğince Türkiye’ye 100 milyon Dolar verilmesi kararlaştırıldı. Tarihimize Truman Doktrini olarak geçen ve Türkiye’nin silah altındaki asker sayısının azaltılmasını da içeren bu koşullu ve denetimli yardım için ABD ve Türk yetkililer 12 Temmuz 1947 tarihinde Ankara’da askeri amaçlı bir anlaşma imzaladılar (2).
4 Temmuz 1948 tarihinde ABD ve Türkiye arasında ve Marshall Planı çerçevesinde ekonomik işbirliği anlaşması imzalandı.
Ancak, tüm bu çabalar yeterli olmadı. Türkiye, 4 Nisan 1949 tarihinde kurulan NATO’ya üye olarak alınmadığı gibi, 5 Mayıs 1949 tarihinde kurulan Avrupa Konseyine de alınmadı.
Nihayet, 11 Mayıs 1950 tarihinde CHP Hükümeti, NATO üyesi olmak üzere ilk başvurusunu yaptı.
1950 yılında seçimlerden önce Seçim Yasası da değiştirilerek seçimlerde yargı güvencesi ve "gizli oy - açık tasnif" sistemi getirildi. 14 Mayıs 1950 tarihinde çoğunluk sistemine göre yapılan seçimlerde DP % 52.7, CHP ise % 39.4 oy aldı. Bu oy oranlarına göre DP 420, CHP ise 63 milletvekili çıkardı. Yeni Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Adnan Menderes'i Başbakan olarak görevlendi. Birinci Menderes Hükümeti 22 Mayıs'ta göreve başladı. Yeni kurulan DP Hükümeti, fazla masraf olduğu gerekçesiyle devlete ait otomobilleri satmak oldu. 6 Haziran 1950 tarihinde de, askeri darbe planladıkları[ gerekçesiyle başta Genelkurmay Başkanı Nafiz Gürman olmak üzere bütün üst komuta kademesi dahil olmak üzere 15 general ve 150 albayı re'sen emekliye sevk etti.
Adnan Menderes'in 10 yıllık Başbakanlık döneminde Türk iç ve dış politikasında büyük değişimler oldu. Bu dönemde Menderes Hükümeti, devletin devamlılığı ilkesini esas alarak dış politikada önemli değişikliklere gitmedi, genel olarak bir önceki iktidarın dış politikasını benimsedi.
Dünyada artarak cereyan eden olaylar DP iktidarının dış politikadaki çalışmalarının hızlanmasına neden oldu. Örneğin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler basınında Sovyetler Birliğinin İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerindeki istekleri yeniden gündeme getiriliyordu. Öte yandan Bulgaristan da Sovyetlerin baskısı ile Türk asıllı 250.000 kişiyi Türkiye’ye göndereceği tehdidinde bulunuyordu (3). Fakat, bu sırada bir başka önemli olay daha gelişti; Kuzey Kore, Güney Kore’ye saldırıda bulundu. Sovyet tehdidi altında bulunan Türkiye, bu gelişmeleri endişe ile izliyor ve bu savaşı Sovyetler Birliğinin yeni bir yayılma politikası olarak değerlendiriyor, bu saldırının arkasından Sovyetler Birliğinin Orta Doğuya saldırmasından, savaşın Türkiye’ye de sıçramasından korkuyordu.
Kore Savaşı nedeniyle harekete geçen batılı ülkeler, Birleşmiş Milletleri göreve çağırdılar. 27 Haziran 1950 tarihinde Kore’ye her türlü yardım yapılması yolunda kararı alan Birleşmiş Milletler, yardım kararını tüm üye ülkelere olduğu gibi bir telgrafla Türkiye’ye de bildirmişti. Türk Hükümeti de Birleşmiş Milletlere aynı gün olumlu cevabını bildirmişti. Menderes Hükümeti bu bildirimin ardından Birleşmiş Milletler kararına uygun olarak 25 Temmuz 1950 tarihinde Birleşmiş Milletler emrinde olmak üzere 4.500 kişilik bir askeri gücü Güney Kore’ye gönderme kararı aldı. Bu kararla Türkiye, ABD’den sonra Güney Kore’ye asker gönderen ikinci ülke oldu. Bu karar, muhalefet partisi CHP tarafından yoğun şekilde eleştirilerle karşılanmış, TBMM kararı olmadan yabancı bir ülkeye Hükümet kararı ile asker göndermenin anayasaya aykırı olduğu gerekçesi ile gensoru önergesi verilmiş ancak, Hükümetin kararı TBMM’de oy çokluğu ile onaylanmıştı (4). Burada şunu gözden kaçırmamak gerekir; Birleşmiş Milletler üyeliği, uluslar arası anlaşma niteliğindedir ve hukuk belgeleri hiyerarşisinde anayasalardan önce gelir. Uluslararası anlaşmalar, anayasalara aykırı hüküm ya da hükümler taşıyorsa, anayasalar uluslar arası anlaşmalara uygun hale getirilir. Böylece, yıllardır iddia edildiği gibi Kore’ye TBMM kararı olmaksızın gönderilmiş olan askeri gücün hem uluslararası bir anlaşma gereğince hem TBMM kararı ile gönderildiği gerçeği de gün yüzüne çıkmıştır. Başta Adnan Menderes olmak üzere Demokrat Parti, dünyadaki bu önemli gelişmeler sonucunda iç ve dış politika açısından Türkiye’nin NATO üyesi olmasını zorunlu görüyorlardı. Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi, ABD basınında Türkiye’nin NATO üyesi olması konusunda olumlu yazılar yayınlanmış, ABD kamuoyunda da Türkiye’ye bakış değişmişti. Türkiye’nin Kore savaşında zafer kazanması, tüm NATO üyesi ülkelerle yakınlaşmasına neden olmuş ve NATO üyeliğimizde önem kazanmıştır. Nitekim, 1951 yılından başlayarak ABD, Türkiye’nin NATO üyesi olması yolunda politika değişikliğine gitmiş ve TBMM 18 Şubat 1952 tarihinde NATO Anlaşmasını onaylamış ve Türkiye resmen bu tarihte NATO üyesi olmuştur. Aynı yıl NATO'nun isteği üzerine komünizme karşı gayri- nizamı harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi kuruldu.
Menderes Hükümeti, 31 Temmuz 1951 tarihinde TBMM’de kabul edilen 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanununu çıkarttı.
Adnan Menderes, 1924 anayasasını, 1945 anayasasına göre daha demokratik buluyor ve dünya devletlerine örnek olarak gösteriyordu. Nitekim, 24 Aralık 1952 tarihinde TBMM’de kabul edilen 5997 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununun Mer’iyete Konulması Hakkındaki Kanunla, 20 Nisan 1340 (1924) tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununu, 4695 sayılı kanunun kabul tarihine kadar yürürlükte bulunan tadilleriyle birlikte tekrar yürürlüğe konulmuş ve bu kanun yerine ikame edilmiş olan 10 Ocak 1945 tarihli ve 4695 sayılı Anayasa, yürürlükten kaldırılmıştır. Adnan Menderes böylece, Dörtlü Takrirde sözü edilen demokratikleşmeye bir adım daha atmış oluyordu.
Menderes Hükümeti, 9 Ekim 1944 tarihinde inşaatına başlanan ama bir türlü bitirilemeyen Anıtkabir’in inşaatını 1953 yılında tamamlayarak aziz Atatürk’ün naşının aynı yıl 10 Kasımda Etnoğrafya Müzesindeki geçici yerinden alıp, ebedi istiratgahına defnedilmesini sağlamıştır.
Bir önceki Hükümetçe, paraların üzerine Cumhurbaşkanlarının filigranlarının konması usulünü değiştirerek yalnızca Atatürk filigranı konmasını sağladı. Yine Türkçe’den başka bir dille ezan okunmasını yasaklayan yasayı yürürlükten kaldırarak Arapça dahil her dilde ezan okunabilmesinin önünü açtı. Günümüze kadar adet olarak gelen kamu kurumlarında yalnızca Atatürk fotoğrafı asılmasına izin verildi, diğer fotoğraflar indirildi.
1950-1954 yıllarında Türkiye ekonomide kalkınma dönemine girdi. Bu dönemde serbest piyasa ekonomisine geçişe hız verildi. Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi. Yabancı sermayeyi teşvik yasası çıkarıldı. Gelen krediler özellikle tarım alanında kullanmaya başlandı. Tarımda makineleşme çalışmaları yoğunlaştırıldı.
Marshall Planı'nın da katkısıyla ülkede yeni sanayi tesisleri kuruldu. 1954 yılında Türkiye Vakıflar Bankası kuruldu. Bu dönemde Türkiye'nin gayri safi milli hasılası yılda ortalama %9 oranında büyüdü.
1953 yılında CHP'nin tek parti iktidarı sırasında edindiği malları haczedildi ve hazineye aktarıldı. Halkevleri kapatıldı ve Köy Enstitüleri Öğretmen Okullarına dönüştürüldü.[
2 Mayıs 1954 tarihinde yapılan seçimlerde DP büyük bir zafer kazandı. Oyların % 57'sini alarak iktidarını tek başına devam ettirdi. Bu oy oranı, 150 yıldan beri fasılalarla batılılaşmaya, modernleşmeye ve demokrasiyi uygulamaya çalışan Türkiye tarihinde demokratik bir seçimde bir siyasi parti tarafından ulaşılan en yüksek orandı ve bir daha da bu orana ulaşılamadı. DP 502, CHP % 35,9 oy oranı ile 31, CMP % 4 oy oranı ile 5, bağımsızlar 3 milletvekili çıkardı. 17 Mayıs'ta Menderes 3. Kabinesini açıkladı. Bu kez kendisine daha yakın isimleri bakan olarak seçmişti çünkü önceki 4 yıl içinde İçişleri Bakanı 5, İşletmeler Bakanı 5, Çalışma Bakanı 5, Ulaştırma Bakanı 4, Gümrük ve Tekel Bakanı 4 kez değişmişti.
1955 yılında ekonomide tıkanmalar başlamıştı. Dış borçlar giderek artıyordu, ödeme dengesi bozulmuştu, döviz girişi yeterli değildi. Bu durum ülkede çeşitli sıkıntılara neden olmaya başladı. DP meclis grubunda ekonomik gelişmeler nedeniyle huzursuzluk giderek artıyordu. Yine bu dönemde Birleşik Krallık'ın, egemenliği altında bulunan Kıbrıs'tan yeni düzenlemeler yaparak çekilmek istemesi üzerine 29 Ağustos 1955'de Londra'da Yunanistan, Birleşik Krallık ve Türkiye arasında 3'lü görüşmeler başladı. Görüşmelerin 1. turunda hiçbir sonuç alınamadı. Yunanistan adanın kendi kaderini kendisinin belirlemesi gerektiğini, Birleşik Krallık 3'lü bir askeri yönetimi, Türkiye ise statüko bozulacaksa adanın kendisine verilmesini istiyordu.
Kıbrıs konusunda Londra'da ikinci tur görüşmeler yapılırken 6 Eylül 1955 gecesi İstanbul'da bazı gazetelerin Selanik'te Atatürk'ün evine bomba atıldığını yazması üzerine azınlıklara karşı olaylar çıktı. Ağırlıklı olarak Rumlara karşı yönelen olaylarda 73 kilise, 8 ayazma, 1 havra, 2 manastır, 4.340 dükkân, 110 otel ve lokanta, 21 fabrika ve 3.600 ev saldırıya uğradı, 1 papaz olaylar sırasında öldürüldü. Tarihe 6 - 7 Eylül Olayları olarak geçen bu olaylar sebebiyle TBMM olağanüstü toplandı. DP İstanbul Milletvekili Aleksandros Hacopulos: ‘’Olayların oluş şekli tertip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.’’ Dedi ve kolluk kuvvetlerin olaylar sırasında gösterdiği kayıtsızlığa dikkat çekti. Bunun üzerine hükümet adına konuşan Başbakan Yardımcısı Fuad Köprülü hükümetin olaylardan haberi olduğunu ancak gün ve saatinin belirlenemediğini açıkladı.
Bugün hâlâ 6 - 7 Eylül Olayları'nın DP Hükümeti ve/veya Özel Harp Dairesinin emri ve bilgisi dahilinde bir tertip olduğu ya da çeşitli iç ve dış kaynaklı odaklarca düzenlenmiş olup olmadığı belirlenmiş değildir.
6 - 7 Eylül Olayları sonrasında bazı milletvekillerinin ceza yasasına ispat hakkı getirilmesini istemesi kargaşaya yol açtı. Hükümetin karşı çıktığı yasa tasarısının kabulü için çalışan 9 milletvekili DP'den ihraç edildi. Bunun üzerine 10 milletvekili de DP'den istifa etti. 15 Ekim 1955'te DP Büyük Kongresi yapıldı ve Menderes tekrar genel başkan seçildi.
22 Kasım 1955'te toplanan DP Meclis Grubu izlenen ekonomi politikaları ile ilgili gensoru açılmasını kabul etti. 29 Kasım'da grup tekrar topladı. Toplantıda meclis grubunun istifa baskılarına dayanamayan Ticaret ve Ekonomi Bakanı Sıtkı Yırcalı ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan istifa etti. Grup daha sonra kürsüye Fatin Rüştü Zorlu'yu çağırdı ve Döviz Komitesi Üyesi de olan Dışişleri Bakanı'nın bütün görevlerinden istifa etmesi için tempo tutmaya başladı. Bunun üzerine Fatin Rüştü Zorlu bütün görevlerinden istifa etti. Daha sonra Adnan Menderes'i alkışlarla karşılayan grup 3 Bakanı indirdikten sonra güvenoyu verdi.
DP'den istifa edenler 20 Aralık 1955'te siyasal alanda liberal, iktisadi anlamda devletçi Hürriyet Partisi'ni (HP) kurdu. Mecliste siyaset sertleşmeye başlamıştı. 7 Eylül 1957'de Fuad Köprülü DP'den istifa etti. Hükümet seçimleri bir yıl erkene aldı, Seçim Yasası'nı değiştirerek seçimlerde partilerin ittifak yapmasını önleyecek maddeler ve partisinden istifa eden bir kişinin 6 ay geçmeden başka bir partiden milletvekili seçilmesini engelleyecek bir madde ekledi. Basın bu maddeye "Köprülü Maddesi" adını taktı.
27 Ekim 1957'de seçimler yapıldı. DP % 48 oy alarak 424 milletvekili çıkardı. CHP % 41 oy oranı ile 186, Hürriyet Partisi (HP) ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ise 4'er milletvekili ile meclise girdi. Bu durumda muhalefet % 52 oy oranı ile 178 sandalye, DP ise % 48 oy oranı ile ile 424 sandalye almış oluyordu. Bu yüzden muhalefet azınlık iktidarı deyimini kullanmaya başladı.
Adnan Menderes 1957 seçimlerinden sonra İstanbul'da imar çalışmalarına ağırlık verdi ve Barbaros Bulvarı, Büyükdere Caddesi, Vatan Caddesi, Millet Caddesi ve Edirne Asfaltı (şimdiki E - 5 otoyolu) yollarını açtı. Bu arada, en ileri teknolojilerin Türkiye'ye getirilmesi ve yeni nesillere öğretilmesi için Amerikan Ford Vakfı'nın yardımıyla Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ni, Trabzon'da da Karadeniz Teknik Üniversitesini kurdu. Böylece, 1776 yılında Padişah I. Abdülhamit tarafından "Mühendishane-i Bahr-i Hümayun" adıyla kurulan İstanbul Teknik Üniversitesinden 180 sene sonra Türkiye'de iki tane daha teknik üniversite kurulmuş oldu. 1930'ların sonlarında başlatılan Banknot Matbaası kurma işi İkinci Dünya Savaşı nedeniyle aksamışdı. 1951 yılında kuruluş süreci yeniden başlatıldı ve 1958 yılında Ankara'da Banknot Matbaası kurularak, o güne kadar İngiltere’de bastırılmış olan Türkiye Cumhuriyeti banknotlarının artık Türkiye'de basılması sağlandı.
Adnan Menderes'in Başbakan olarak tek başına iktidarda bulunduğu 1950 – 1960 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık % 7.8 oranında büyüdü ve Türkiye'nin Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH)'si, dünya toplamının binde 6.43'ünden, binde 7.52'sine yükseldi.
Kıbrıs'ta 1 Nisan 1955'te faaliyete geçen ve Kıbrıslı Türklere saldırmaya başlayan, Türk köylerini yakıp yıkan, EOKA'ya karşı, Türk halkının savunmasını yapacak bir örgütlenme ihtiyacı duyan Kıbrıs Türkleri, çeşitli küçük mukavemet grupları oluşturmuştu.
27 Temmuz 1957'de Adnan Menderes'in talimatı ile Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) Fatin Rüştü Zorlu ve Korgeneral Daniş Karabelen'in önderliğinde Rıza Vuruşkan, Burhan Nalbantoğlu, Rauf Denktaş ve Kemal Tanrısevdi tarafından Lefkoşa’da Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kuruldu. Menderes tarafından örtülü ödenekten finanse edilen TMT, küçük grupları birleştirerek, tüm Kıbrıs adasına yaygın, her Türk köyünde varlık gösteren, Rumların EOKA örgütüne karşı çarpışan güçlü bir mukavemet teşkilatı olmuştur.
17 Şubat 1959'da Kıbrıs konusunda Yunanistan'la imzalanan ikili antlaşmanın ardından üçlü görüşmeler için Birleşik Krallık'a giden Menderes'in, uçağının Londra Gatwick Havalimanı yakınlarında alçalırken düşüp parçalanmasına karşın kazadan yara almadan kurtulması ise muhalefetle kısa süreli bir yumuşamaya yol açtı
1959 yılında Menderes Hükümeti'nin ortaklık anlaşmasını imzalamasıyla Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.
1959 yılında ABD'ye bir gezi yaparak ilave maddi kaynaklar isteyen Adnan Menderes'e, Marshall Yardımı fonlarının bitmek üzere olduğu söylendi ve istekleri geri çevrildi. 1961 seçimleri öncesinde İskenderun Demir - Çelik, Seydişehir Alüminyum tesisleri ile Keban Barajı ve İstanbul Boğaziçi Köprüsü gibi tesislerin temellerini atmak isteyen Adnan Menderes, bu defa yakın arkadaşı ve Bakanı Dr. Lütfi Kırdar'ı nabız yoklamak için Sovyetler Birliği'ne gönderdi. Sovyetler Birliği'nin konuya olumlu yaklaşması üzerine Adnan Menderes, Temmuz 1960'da Moskova'ya giderek, orada kredi anlaşmalarını imzalamaya karar verdi. 1960 yılında muhalefet ve iktidar arasındaki ilişkiler kopma noktasına geldi. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü 29 Nisan'da seçim gezisine çıktı. Uşak'ta DP binasından atılan çay bardağının İsmet Paşa'nın yanındaki bir gazeteciye isabet etmesiyle başlayan olaylar ve benzeri olayların İstanbul'da da yaşanması üzerine CHP Parti Grubu, Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkında soruşturma önergesi verdi ancak, DP'lilerin çoğunlukta olduğu Meclis bu önergeyi reddetti.
CHP'li bazı milletvekillerinin bazı cuntacı subaylarla sürekli temas halinde olduğu istihbaratını alan Hükümet, bu durumu soruşturmak için "Tahkikat Komisyonunu kurdu. 15 DP milletvekilinden oluşan komisyon hem suçlama hem de yargılama hakkına sahipti ve kararlarına itiraz edilemiyordu. Ayrıca uygun gördüğü toplantıları ve yayınları yasaklama hakkına sahipti. Komisyonun ilk işi Muhalefet CHP aleyhine soruşturma açmak oldu. Bu durum karşısında "bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam" dediği ve birkaç ay önce Güney Kore'de gerçekleşen askeri darbeye gönderme yaparak "Türk Ordusu Kore Ordusundan daha az şerefli değildir" diye konuştuğu için TBMM tarafından, "askeri darbeyi teşvik ettiği" gerekçesiyle İsmet İnönü'ye 12 oturum meclisten men cezası verildi. CHP Meclis Grubu'nun duruma itiraz etmesiyle olaylar iyice büyüdü ve sonunda CHP milletvekilleri polis zoruyla Meclisten çıkartıldı. Meclis dışında ise üniversitelerde hükümete karşı protestolar düzenleniyordu.
1955 Yılından itibaren ekonomideki sıkıntılar ve 6 - 7 Eylül olayları  gibi nedenlerle siyaset sertleşmeye başladı. Kırşehir, 1954 seçimleride Osman Bölükbaşı'yı tekrar milletvekili seçtiği için ilçe yapıldı. Adnan Menderes konuyla ilgili mecliste: ‘'Türkiye’nin hiçbir vilayetinde % 3’den fazla oy almayan bir partiye mensup milletvekilini iki seçimde de seçen Kırşehir’in, sosyal ve siyasi bünye itibariyle anormallik göstermekte olduğunu inkár etmek mümkün değildir, evet biz açık konuşuruz’’ şeklinde konuşmuş ve Osman Bölükbaşı da cevaben; "Vilayeti kaldırdınız, bizi de kaldırın da zulmünüz tamam olsun" demiştir.
Bu olayların yanı sıra İsmet İnönü'nün seçim bölgesi Malatya ikiye bölündü ve Adıyaman vilayeti kuruldu.
İktidara karşı yazılar yazan 83 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın dahil, gazeteciler birer birer hapise atılmaya başlandı. Adalet Bakanı Esat Budakoğlu TBMM'de muhalefetin soru önergesi üzerine 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteci'nin iktidara karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm olduğunu açıkladı. CHP ve Hürriyet Partisi'nin birleşme çabası karşısında DP'liler 1957 seçimlerinden önce seçim yasasını değiştirerek partilerin ittifak yapmasının önleyen maddeler eklediler ve DP'den istifa eden Fuad Köprülü'nün başka bir partiden milletvekili seçilmesini engellemek için partisinden istifa eden bir kişinin 6 ay geçmeden bir başka partiden milletvekili olamayacağı şeklinde bir hüküm koydular
Bu arada CHP’nin kurmuş olduğu ‘’Yurt Cephesi’’ne karşılık olarak DP de ‘’Vatan Cephesi’’ni kurdu. Ancak kısa bir süre sonra CHP ani bir kararla ‘’Yurt Cepheleri’’ni kaldırdı. Artık ‘’Vatan Cepheleri’’ rakipsiz kalmıştı, radyoda her gece Vatan Cephesi'ne katılanların
isimleri okunuyordu. Bu olaylar karşısında İstanbul'da yaşayan bazı vatandaşlar ajans haberlerini dinlemeyenler derneği'ni kurdular. Böyle olayların yaşanması ülkeyi kamplaşmaya
kadar götürdü. 1960 yılında ise muhalefet ve iktidar arasındaki ilişkiler kopma noktasına geldi.
5 Mayıs 1960'ta Ankara Kızılay Meydanı'nında 555K parolasıyla bir protesto mitingi düzenlendi. 21 Mayıs'ta ise Harp Okulu öğrencileri ve subaylardan oluşan yaklaşık 1000 kişi Ankara'da hükümet aleyhinde sessiz bir yürüyüş yaptı Nihayet 27 Mayıs 1960 sabaha karşı saat 00.04'de Kurmay Albay Alparslan Türkeş radyodan konuşarak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nın yönetime el koyduğun belirtti ve askeri darbenin sebeplerini bir radyo bildirisi ile halka duyurdu.
Adnan Menderes 27 Mayıs 1960 günü Kütahya'da Hava Pilot Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak Ankara'ya götürüldü. Daha sonra da ve diğer tutuklu Demokrat Parti üyeleri ile birlikte Yassıada'da hapsedildi.
Darbeci subaylar ise Cemal Gürsel Başkanlığında kurulan Milli Birlik Komitesi ve yeni oluşturulan Kurucu Meclis ile beraber ülke yönetimini devraldı. Yeni bir anayasa oluşturulması için ülkenin önde gelen hukuk profesörlerinden bir anayasa komisyonu kuruldu.
Adnan Menderes ve diğer DP üyeleri ise bulundukları Yassıada'da kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından yargılanmaya başladı. Yapılan oturumlar her gece radyoda Yassıada Saati programında halka duyuruluyordu.
Darbe, daha yapılmadan Milli Birlik Komitesinin kimi üyeleri, Komite üzerinde etkili olan bazı hukukçular ile belirli kurum ve kuruluşlar Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı, Başbakan Adnan Menderes’i, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı, İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik’i peşinen idama mahkum etmişlerdi. Yasıada’da kurulan Yüksek Adalet Divanına ise bu siyasi kararı hukuki karara dönüştürme görevi verilmişti. Neyse ki, darbenin olduğu 27 Mayıs 1960 sabahı İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik Ankara, Sümer Sokaktaki evinin balkonundan kendisini atmak suretiyle intihar etmiş ve bu yargılama rezilliğini yaşamamıştı. Diğerlerine gelince, yaşanabilecek tüm rezillikleri yaşadılar, gıkları çıkmadı. Yüksek Adalet Divanının 9 ay 27 gün süren sözde yargılama süreci sonunda 14 kişinin idamına, 31 kişinin de ömür boyu hapse mahkûm edilmesine karar verdi. Geri kalan 418 sanığa ise 6 ay ile 20 yıl arasında değişen hapis cezaları veya beraat kararı verildi. Milli Birlik Komitesi dört idam cezası dışındaki on kişinin idam cezasını affetti ve müebbed hapse çevirdi.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Kennedy, Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, Birleşik Krallık Kraliçesi II. Elizabeth, Almanya Başbakanı Konrad Adenauer, Pakistan Devlet Başkanı Muhammed Eyüb Han, ve İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, idamların durdurulması için Milli Birlik Komitesi'ne defalarca çağrıda bulundularsa da hiçbir yararı olmadı. Celal Bayar 65 yaşın üzerinde olduğundan cezası müebbed hapse çevrildi, kalan üç idam ise on yıllık bir dönemin hıncı alınırcasına infaz edildi.
9 Temmuz 1961 tarihinde Anayasa Komisyonu'nun hazırladığı yeni anayasa için yapılan halk oylamasında anayasa % 61,7 oy oranı ile kabul edilerek yürürlüğe girdi. 1961 Anayasası'nın referandum sürecinde, hayır oyu yönünde propaganda yapmak serbest olmadığı halde, Aydın, Bolu, Bursa, Çorum, Denizli, İzmir, Kütahya, Manisa, Sakarya, Samsun ve Zonguldak vilayetlerinde 1961 Anayasası çoğunluk tarafından reddedildi.
Yassı Ada’da yargılanıp idama mahkum edilen Adnan Menderes, 17 Eylül 1961 tarihinde saat 13.21’de İmralı Adasında idam edildi.
İdama giderken dudaklarından şu dizeler dökülüyordu:
‘’Kimseye dargın değilim.
Kırgınlığım yok.
Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim.
Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum.’’
Ölümünden yalnızca 29 gün sonra yapılan 1961 milletvekili genel seçimlerinde Demokrat Parti'nin devamı olduğunu söyleyen Adalet Partisi, % 34,8 oy oranı ile 158 milletvekili çıkardı ve % 36,7 oy alan CHP'nin ardından ikinci parti oldu. Bunu takip eden 1965 seçimlerinde Adalet Partisi 1961 seçimlerinde bir kısım DP oylarını alan YTP'yi de eritip % 52,87 oranında oy aldı ve tek başına iktidara geldi.
Bu seçim sonuçları da gösteriyor ki, halk hala Demokrat Partinin, Adnan Menderes’in arkasındadır. Halkın çoğunluğu bu darbeyi onaylamamış, yanında yer almamıştır.
Pekiyi, bu darbe halka rağmen halka karşı mı yapılmıştı?
 
 
(1) CHP Meclis Grubu Yüksek Başkanlığına
7 Haziran 1945
Daha ilk kuruluşundan beri Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisinin en esaslı umdesini
teşkil eden demokrasi prensiplerine inanmış ve Türk milletinin ancak bu prensiplerin tamamiyle tatbiki
sayesinde refah ve saadete kavuşacağı kanaatine bağlanmış olan vatandaşların bütün memlekette
ve bilhassa partimiz mensupları arasında en büyük ekseriyeti teşkil ettikleri şüphesizdir. işte bu
kanaatledir ki, milletçe özlenen bu amacın gerçekleşmesi için lüzumlu gördüğümüz tedbirleri partimizin
meclis grubuna arz ve teklif etmeyi borç bildik.
Atatürk’ün ölmez adına bağlı olan mukaddes Kurtuluş Savaşımızdan doğan Türkiye Cumhuriyeti
ilk teşkilâtı esasiye kanunu ile dünyanın belki en demokratik anayasasını meydana getirmiş ve bu
sayede gerek ferdî hürriyetleri gerek millî murakabeyi en geniş surette sağlamak imkânlarını vermişti.
Memleketi ortaçağdan kalma bir takım zararlı müesseselerden koruyabilmek ve irticaı kırmak
maksadiyle 1925’den sonraki yıllarda siyasî hürriyetlerin bazı takyitlere uğratıldığını biliyoruz. Lâkin
Türkiye Cumhuriyet Devleti, Teşkilâtı Esasiye Kanununun demokratik ruhuna daima sadık kalmış ve
cumhuriyetin kurucusu büyük Atatürk, bunu tamamiyle demokratik bir şekle ulaştırmak idealinden
ölünceye kadar ayrılmamıştı.
Burada izahına lüzum görmediğimiz türlü sebeplerden dolayı muvaffakiyetsizlikle neticelenen
Serbest Fırka tecrübesi bu maksatla yapılmış bir hareketti. Bu talihsiz tecrübenin uyandırdığı tepkiler
neticesinde siyasî hürriyetlerin yeni bir takım tahditlere uğratıldığı inkâr edilemez. Bununla beraber
cumhuriyet idaresinin her şeye rağmen demokratik tekâmül yolunda ilerlemek istediğini gösteren
teşebbüsler de vardı. Büyük Millet Meclisi seçimlerinde müstakil mebuslara gittikçe daha artacak bir
nisbette yer ayrılması tecrübesini buna bir delil olarak zikredebiliriz.
İkinci Dünya Savaşının belirmeye başlaması ve harp tehlikesinin memleketimizi daimi bir tehdit altında
bulundurması pek tabiî olarak siyasî hürriyetleri bir kat daha tahdide sebep olmuş ve bu suretle
Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun demokratik ruhundan biraz daha uzaklaşılmıştı. Gerçi Cumhuriyet
Halk Partisi içinde ayrıca bir müstakil grup teşkili millâ murakabe işinin daha esaslı bir şekilde
sağlanması ve tek parti usulünden doğan zararların karşılanması yolunda bir tecrübe olmakla beraber
kuruluşundaki gayri tabiîlik dolayısiyle bundan da müsbet bir netice alınmadığını görüyoruz.
Bütün dünyada hürriyet ve demokrasi cereyanlarının tam bir zafer kazandığı, demokratik hürriyetlere
riayet prensibinin milletlerarası teminata bağlanmak üzere bulunduğu şu günlerde memleketimizde de
cumhurbaşkanından en küçüğüne kadar bütün milletin aynı demokratik ülküleri taşıdığından şüphe
edilemez.
Uzun asırlardan beri müstakil bir devlet olarak yaşayan Türkiye’de, hatta okuyup yazma bilmeyen
vatandaşların bile siyasî hürriyetlerini şuurlu kullanacak bir seviyede bulundukları inkâr edilemez
bir hakikattır. Okuyup yazma bilmeyen köylüler arasından bile dünyanın en değerli idare ve siyaset
adamlarını yetiştirmiş olan milletimizin, bilhassa cumhuriyet idaresinin kuruluşundan beri yapılan
büyük hamleler neticesinde, bundan 20 yıl evveline nisbetle çok yüksek bir seviyeye erişmiş
bulunduğu övünülecek bir gerçektir.
İşte, bir taraftan iç hayatımızdaki bu mes’ut tekamülün yarattığı siyasi olgunluk, diğer taraftan bugünkü
medeniyet dünyasının umumî şartları daha ilk teşkilâtı esasiye kanunu’muzda hakim olan demokratik
ruhu bugünkü siyasî hayat ve teşkilâtımızda kuvvetle tecelli ettirmek zamanı geldiği kanaatine bizi
sevketmiş bulunuyor. bunun biran evvel gerçekleşmesi yönündeki düşüncelerimizi şöyle hulasâ
ediyoruz:
1. Millî hakimiyetin en tabiî neticesi ve aynı zamanda dayanağı olan meclis murakabesini
anayasamızın yalnız şekline değil, ruhuna da tamamiyle uygun olarak tecellisini sağlayacak tedbirlerin
alınması.
2. Yurttaşların siyasî hak ve hürriyetlerini daha ilk Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzun gerektirdiği
genişlikte kullanabilmeleri imkânlarının sağlanması.
3. Bütün parti çalışmalarının yukarıki esaslara tamamiyle uygun şekilde yeni baştan tanzimi.
Muhterem milletvekili arkadaşlarımızın yüksek tasviplerine sunduğumuz bu teklifimizle, daha ilk
kuruluşundan beri millî hâkimiyet gayesine erişmeyi, onu gerçekleştirmeyi hedef tutan Cumhuriyet
Halk Partisinin ve bütün türk milletinin yüksek arzularına tercüman olduğumuza, Atatürk’ün idealine
sadık kaldığımıza tamamiyle inanmış bulunuyoruz.
Cumhurbaşkanımızın 19 mayıs 1945 tarihli nutuklarında: “Siyaset ve fikir hayatımızda demokrasi
prensiplerinin daha geniş bir ölçüde hüküm süreceği” hakkındaki ifadeleri, bu teklifimizin vakitsiz ve
yersiz olmadığı hakkındaki inancımızı büsbütün kuvvetlendirmiştir.
Milletimizin bütün kuvvet ve iradesini temsil eden Büyük Millet Meclisi Parti Grubu arkadaşlarımızın,
Türkiye Cumhuriyetine ve Türk milletine dünya demokrasileri arasında şerefli bir mevki sağlayacak
olan bu teklifi kendi öz düşüncelerinin bir ifadesi gibi telakki edeceklerinden asla şüphe etmediğimizi
bir defa daha tekrar eder ve bu takririmizin açık oturumda müzakeresini saygılarımızla rica eyleriz.
 
İzmir                Kars                    İçel                        Aydın
Celâl Bayar      Fuad Köprülü       Refik Koraltan        Adnan Menderes
 
(2) Anlaşma metniiçin bkz. Düstur, III. Tertip, c. 28, s. 1485 – 1488.
(3) Sander, Oral, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye (1945 – 1965), s. 69 – 80., Ankara, 1969.
(4) TBMM, T. D., Dönem 9, c. 3., s. 195.

Dr.Hasan F.TÜRKEL
Genel Başkan Yardımcısı
AR-GE Başkanı

Dr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 4.1.2011
 
Eklenen Yorumlar 
Dr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd Yazıları
BAŞÖĞRETMEN ATATÜRKDr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 3.3.2012 Devamı
ATATÜRK'ÜN YAŞIDr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 18.2.2012 Devamı
KÜRTÇE EĞİTİM ÜZERİNEDr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 3.2.2012 Devamı
TABİATDr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 27.1.2012 Devamı
SEVGİ ve BARIŞ ANITIDr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 24.12.2011 Devamı
A'dan Z'ye DERSİM OLAYIDr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 4.12.2011 Devamı
GAZETE BAŞLIKLARINDANDr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 5.2.2011 Devamı
BAŞÖĞRETMEN ATATÜRKDr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 23.11.2010 Devamı
ATATÜRK’ÜN YAŞI?Dr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 9.11.2010 Devamı
BİTLİ ŞİİRDr.HASAN TÜRKEL- Gn.Bşk.Yrd [ 8.11.2010 Devamı
Sayfalar : 1  

 

 

 
İçimizden

BİZE YAZIN

Her Hakkı Saklıdır. DOĞRU YOL PARTİSİ© 2010 Tasarım : Linear Yazılım

LİNEAR YAZILIM